Siz kimsiniz?
Bu önemli bir soru mu? Ya da sorulması gereken ''ben kimim?'' mi?
Niye kendiniz değil de benim kim olduğum?
Kendimin kim olduğumu anlatırsam ne fark edecek? Bu sadece yüzeysel bir merak, öyle değil mi?
Vitrinde menü okumaya benziyor, restorana girmeli, yemek yemelisiniz. Yoksa dışarıdan menüyü okumak açlığımızı gidermeyecektir.
Kim olduğumu söylemem, gerçekten tamamen anlamsız. Öncelikle ben hiç kimse değilim. Hepsi bu. İşte bu kadar basit. ''Ben hiç kimseyim.'' Ama asıl önemli olan sizin kim olduğunuz. Neye sahip olduğunuz. İnsanlar ''siz kimsiniz?'' diye sorarsa, bu soruda bir ima vardır; ''sen çok iyisin o yüzden taklit edeceğim'' ''yürüyüş tarzını, konuşma tarzını, diş fırçalama biçimini...'' her neyse ''orada kahraman, aydınlanmış, fakir, yetkin var.'' öylesine komik hale geliyor ki bu, anlıyor musunuz? Çocukça... Herhangi birini taklit etmek. Böylece bizler de taklitlerin ürünü oluyor muyuz?
Dinler de şöyle der; onlar taklit kelimesini kullanmamış, ama kendini ada, kendinden feragat et ''ben şuyum, ben buyum, tapın bana'' bunların hepsi kendiniz.
Okulda taklit ederiz. Lütfen... öğretim(eğitim değil) taklitin bir çeşitidir. Tabi moda da öyle uzun elbise, kısa elbise, kısa saç, uzun saç, sakal... Benze, benze, benze.
İçsel olarak da yapıyoruz bunu, hepimiz bunun farkındayız. Kim olduğunuzu kendinizin, konuşmacının değil, bilmek çok daha önemli. Kendinizi bilmek için sorgulamalısınız. Siz insanlığın hikâyesisiniz. Hakikaten... Eğer hakikaten görebilseydiniz. Bunda muhteşem bir canlılık, enerji, güzellik ve sevgi var. Çünkü artık olanaksız, dünyanın ucunda, ayrı, küçük bir varlık olmak. Bütün insanlığın parçasısınız; tüm sorumluluğuyla, canlılığıyla güzellik ve sevgiyle. Fakat çoğumuz farkında değiliz. Çoğumuz şahsi menfaatlerimizle ilgiliyiz. Kişisel sorunlarımızla, kişisel üzüntülerimizle... Bu dar döngüden kurtulmak neredeyse imkânsız gibi görünüyor. Çünkü bizler öylesine koşullanmış aynen bilgisayar gibi programlannmışız. Bu nedenle yeni bir şey öğrenemiyoruz. Bilgisayar yapabiliyor ama biz yapamıyoruz. Trajediyi anlayın. Makine; icat ettiğimiz bilgisayar çok daha hızlı öğreniyor. Benim yeteneğimin çok ötesinde; beynin yeteneğinden. Bunu icat eden beyin ki bu icat son derece zeki bir makine, güçsüzleşmiş, yavaşlamış, oyuncak olmuş. Çünkü bizler taklit ve itaat ediyoruz hep bir guru, rahip, zengin var.
*
''Takip edin ve devrim yapıldığında devrimci ve terörist çok yüzeysel oluyor. Yönetim şeklini değiştirmek ya da toplumu. Toplum; yalnızca insanlar arasındaki ilişkidir. Biz fiziksel olmayan bir devrimden bahsediyoruz, psikolojik bir devrim. Öyle ki kökeninde hiçbir gelenek bulunmasın. Hindistan'dasınız ve bu ülkenin kıyafetlerini giyiyorsunuz. Bunlar çok önemli değil, küçük şeyler. Ama içsel olarak uyarma hissi olmaksızın. Kıyaslama oldukça uyarlama da olacak! Zihin kıyaslamadan tamamen özgür olmalı. Böylece içinizde gömülü olan bütün hikâyeyi gözleyebilir, öğrenebilirsiniz. ''
[Jiddu Krishnamurti konuşmasından]
Bu önemli bir soru mu? Ya da sorulması gereken ''ben kimim?'' mi?
Niye kendiniz değil de benim kim olduğum?
Kendimin kim olduğumu anlatırsam ne fark edecek? Bu sadece yüzeysel bir merak, öyle değil mi?
Vitrinde menü okumaya benziyor, restorana girmeli, yemek yemelisiniz. Yoksa dışarıdan menüyü okumak açlığımızı gidermeyecektir.
Kim olduğumu söylemem, gerçekten tamamen anlamsız. Öncelikle ben hiç kimse değilim. Hepsi bu. İşte bu kadar basit. ''Ben hiç kimseyim.'' Ama asıl önemli olan sizin kim olduğunuz. Neye sahip olduğunuz. İnsanlar ''siz kimsiniz?'' diye sorarsa, bu soruda bir ima vardır; ''sen çok iyisin o yüzden taklit edeceğim'' ''yürüyüş tarzını, konuşma tarzını, diş fırçalama biçimini...'' her neyse ''orada kahraman, aydınlanmış, fakir, yetkin var.'' öylesine komik hale geliyor ki bu, anlıyor musunuz? Çocukça... Herhangi birini taklit etmek. Böylece bizler de taklitlerin ürünü oluyor muyuz?
Dinler de şöyle der; onlar taklit kelimesini kullanmamış, ama kendini ada, kendinden feragat et ''ben şuyum, ben buyum, tapın bana'' bunların hepsi kendiniz.
Okulda taklit ederiz. Lütfen... öğretim(eğitim değil) taklitin bir çeşitidir. Tabi moda da öyle uzun elbise, kısa elbise, kısa saç, uzun saç, sakal... Benze, benze, benze.
İçsel olarak da yapıyoruz bunu, hepimiz bunun farkındayız. Kim olduğunuzu kendinizin, konuşmacının değil, bilmek çok daha önemli. Kendinizi bilmek için sorgulamalısınız. Siz insanlığın hikâyesisiniz. Hakikaten... Eğer hakikaten görebilseydiniz. Bunda muhteşem bir canlılık, enerji, güzellik ve sevgi var. Çünkü artık olanaksız, dünyanın ucunda, ayrı, küçük bir varlık olmak. Bütün insanlığın parçasısınız; tüm sorumluluğuyla, canlılığıyla güzellik ve sevgiyle. Fakat çoğumuz farkında değiliz. Çoğumuz şahsi menfaatlerimizle ilgiliyiz. Kişisel sorunlarımızla, kişisel üzüntülerimizle... Bu dar döngüden kurtulmak neredeyse imkânsız gibi görünüyor. Çünkü bizler öylesine koşullanmış aynen bilgisayar gibi programlannmışız. Bu nedenle yeni bir şey öğrenemiyoruz. Bilgisayar yapabiliyor ama biz yapamıyoruz. Trajediyi anlayın. Makine; icat ettiğimiz bilgisayar çok daha hızlı öğreniyor. Benim yeteneğimin çok ötesinde; beynin yeteneğinden. Bunu icat eden beyin ki bu icat son derece zeki bir makine, güçsüzleşmiş, yavaşlamış, oyuncak olmuş. Çünkü bizler taklit ve itaat ediyoruz hep bir guru, rahip, zengin var.
*
''Takip edin ve devrim yapıldığında devrimci ve terörist çok yüzeysel oluyor. Yönetim şeklini değiştirmek ya da toplumu. Toplum; yalnızca insanlar arasındaki ilişkidir. Biz fiziksel olmayan bir devrimden bahsediyoruz, psikolojik bir devrim. Öyle ki kökeninde hiçbir gelenek bulunmasın. Hindistan'dasınız ve bu ülkenin kıyafetlerini giyiyorsunuz. Bunlar çok önemli değil, küçük şeyler. Ama içsel olarak uyarma hissi olmaksızın. Kıyaslama oldukça uyarlama da olacak! Zihin kıyaslamadan tamamen özgür olmalı. Böylece içinizde gömülü olan bütün hikâyeyi gözleyebilir, öğrenebilirsiniz. ''
[Jiddu Krishnamurti konuşmasından]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder